Son yıllarda modernleşmeyle birlikte ortaya çıkan toplumsal söylem, özneye hemen ve herşeyden tatmin olmasını buyurmatadır. “Hemen al, hemen kullan, hemen tatmin ol” veya “Just do it” mesajının altında, kişinin tek eksiğinin “bu” olduğu yönünde bir inanış da aktarılmaktadır. Özne, “o” ürüne sahip olduğu taktirde sonsuz bir tatmin ve doyum yaşayacakmış hissine kaptırılmaktadır. Ortaya çıkmış olan bu son ürüne sahip olunduğu taktirde, bundan sonra bir değişim ve dönüşüm yaşayacak olan özneye, mutlak bir mutluluk vaadedilmektedir. Ama bu “sonsuzluk” hissi bir yanılsamadan ibarettir ve her yeni alımdan kısa bir süre sonra, tekrardan bir tatmin olamamışlık hissiyle karsılaşılır ve bir düşüş gerçekleşir.
Varoluşsal olarak özne eksiklidir ve bu durum onun, yaşam kaynağıdır. Kişi, ancak eksikli olduğu sürece arzu duymaya devam edebilir. Aksi taktirde veya başka bir deyişle, mutlak, “tam” bir tatmine ulaştığı taktirde, arzu duyulacak, zevk alınacak bir alan kalmamış demektir. Bu da, öznenin sonunun geldiği anlamına gelmektedir.
Her ilişkinin başında buna benzer bir yanılsama yaşanır. Sevilen öteki bu eksikli olma halini tamamlayacak ve artık bir bütünlük hissine sahip olunacakmış gibi yaşanır. Ama bir süre sonra, bu yanılsamanın düşlemsel boyutu yavaşça farklı gerçekliklere yer bırakır ve özneler tekrardan yanlızlık hisleriyle karşı karşıya kalırlar. Bu oldukça doğal bir süreçtir, çünkü kimse kimseyi tamamlayamaz ve eksikliğini dolduracak “o” öteki olamaz. Önemli olan, ilişkide yaşanacak olan bu dönüşümü kabul edebilmektir, yani özenin varoluşsal eksikliğini bir başkasına maletmeden, kendi eksikliğini ve ötekinin eksikliğini kabul edebilmektir. İlişki kurmak, incinebilmeyi, etkilenebilmeyi, onarabilmeyi ve onarılabilmeyi gerektirir. Bu süreçler gerçekleşirken ise, zaman zaman boşluk hissiyle karşılaşılır, iniş ve çıkışlar yaşanır.
Özne birçok şekilde bu eksikli olma halinden uzaklaşmaya çalışır. Bazı kişiler için bu durum daha ağır bir şekilde yaşanır ve bununla başetme yollarını bulmak üzere farklı alanlara yönelebilirler. “Boşlukta” kalma hissiyle karşılaşmama mücadelesini bilinçdışı üstlenir ve kişi farkında olmadan bazı semptomlar geliştirebilir. Bu, her öznenin kendi sürecine ve öyküsüne bağlı olarak değişim gösterir.
Bağımlılık ise, buna bir örnektir.
Tahammül edilemez bir boşlukla karşılaşan bağımlı özne, travmatik düzeyde yaşanan eksikliği, reddetmek ve örtpas etmek üzere maddeye sarılmakta ve onu, boşluğu dolduracak « Nesne » şeklinde deneyimlemek üzere kullanmaktadır. Ama bulunan nesne (madde), hiç bir zaman kaybedilen nesne değildir ve onun yerini tutamamaktadir. Bir yönden nesne kaybına ilişkin yas gerçekleşememektedir, bir diğer yönden ise, « bütün » olma yönündeki denemeler daima başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. Madde kullanımını doyuma, sonsuz ve sınırsız bir tatmine ulaşma deneyimi olarak düşünmek mümkündür. Başka bir deyişle, bağımlı öznenin arayışını« tam » ve eksiksiz bir doyuma ulaşma arayışı olarak ifade etmek mümkündür. Burada ulaşılmak istenilen ise, acı veren eksikliğin ve boşluğun deneyimlenmemesidir.