“Anne olunca anlarsın” şeklinde ifade bulan bir açıklamayı hayatımda duymadım diyecek kişi sayısı oldukça azdır. Anneliğe özgü kaygıların olduğu aşikârdır ve bunların doğum gerçekleşmeden önce yaşanmaya başlandığını da söyleyebiliriz. Bebeğin anne karnında günde kaç kere hareket ettiğiyle ilgili yaşanan endişe anlarından, doğup da ağlamasına anlam verme güçlüğüne uzanan ve farklılaşarak devam eden bir kaygı yelpazesine sahiptir annelik duygusu.
Anne olmak güçtür. Kimi zaman, kaygıyı yatıştırmak amaçlı, anneler başkalarının fikrine ihtiyaç duyarlar; kendi annelerinin, akraba veya arkadaşlarının ve bu bilgi alışverişinin rahatlatıcı yanı yadsınamaz. Ama bir annenin, yaşadığı kaygıyla başetmek üzere başvurduğu bu yol, farklı endişelere kapı açabilir; annelik rolünü üstlenmeye özgü sıkıntılardır bunlar. Bir başkasından fikir almak, o başkasının daha iyi bir anne olma düşüncesini doğurabilir ve iyi bir anne olma arzusuyla dolup taşan anne, birden bire, kendini sorgulamaya başlar ve zaman zaman bu derin bir mutsuzluk hissine dönüşür. Her bireyin öyküsünde kişisel birtakım huzursuzluklar bulunur ve bunlar, anne olduktan sonra alevlenip farklı bir alana aktarılabilir. Başka bir deyişle, kimi zaman, kişisel kaygılar çocuk üzerinden yaşanmaya başlar ve zamanla, kendi annesinin kaygısına tepki duyan yeni anne, aynı veya benzer endişeleri çocuğu üzerinde deneyimlemeye başlar. İşte o zaman da, “anne olunca anlarsın” şeklinde ifade bulan cümle, anlam kazanmaya başlar.
Her annenin, çocuğunu korumak amaçlı duyduğu huzursuzluklar vardır ve bunların çoğu da doğal ve yaşamın bir parçasıdır. Önemli olan, bunların dengeli bir şekilde yaşanabilmesidir. Eğer kaygılar annenin tüm yaşamını etkiliyor ve gündelik işlerini gerçekleştirmeyi engelliyor ise, burada anne-çocuk ilişkisinin ötesinde bir şeylerin olduğu anlamına gelir. Arasıra duyulan kaygıların ötesinde, endişe düzeyi başedilemez olduğunda, “anne olunca anlarsın” cümlesine başvurmak ve o düşünceyi meşrulaştırmak kaygıyı kabullenmek ve üzerine gitmemekle ilgilidir. Bu düşünceyle endişe normalleştirilir ve değişmesi gerekmeyen bir gerçek halini almaya başlar. Başkalarına, “anneyim, öyleyse kaygılıyım” mesajının, kabullenilmesi gerektiği düşüncesi aktarılır bu yolla ve kişi, bu şekilde, kendi yoğun huzursuzluklarının içerisinden çıkamayıp daha da fazla gömüldüğünü hissetmeye başlar. Burada altını çizmek istediğim, anneliğe özgü veya anneliğe özgüymüş gibi yaşanan kaygılar eğer çok yoğun ise, bunlarla daha iyi yaşayabilmek üzere yardım alınabileceğidir. Anksiyete, sürekli ve yoğun bir şekilde yaşandığında gündelik hayatı oldukça zorlayabilecek bir histir – yorucudur ve çoğu zaman güçsüz bırakır. Bazen kişi ruhsal olarak kendini ne kadar yorduğunu görmezlikten gelmeyi ve bazı duygularının üstesinden gelmektense kabul etmeyi tercih edebilir ama bu yoğunlukla yaşamak zordur ve yoğun bir mutsuzluk hissini de beraberinde gertirir. Yardım almak, kendini daha iyi anlamak ve bazı içsel çatışmalara anlam kazandırmak demektir. Bunların beraberinde, terapi sürecinin getirebilecekleri, eğer kaygının azalmasına yardımcı olmak ise, o zaman denemeye değer…